MaLıKöY
MaLıKöY
MaLıKöY
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


MaLıKöY Forum Hoş geldin, .
Son Ziyaretiniz:
Mesaj Sayınız: 0

 
AnasayfaKapıAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yapYardım


Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Gerber8.2+Türkçe Yama Tek Link...kurulum anlatımlı..
Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptyPaz Eyl. 22, 2013 10:04 pm tarafından nilcem

» 3D Instructor 2.0: Home version (2010) Full Caps Torrent hızlı Zamunda İndir
Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptyPtsi Tem. 29, 2013 6:46 pm tarafından xkral

» Volsoft MyCafe 2009 - Volsoft MyCafe 2009 İnternet Kafe PlayStation Yönetim Programı
Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptySalı Şub. 05, 2013 7:54 pm tarafından tolgaduru69

» Avatar / Türkçe Dublaj DVDrip Torrent İndir
Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptyC.tesi Mayıs 05, 2012 3:19 pm tarafından zeynolim

» yemek tarifleri sitesi
Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptyPerş. Ekim 27, 2011 9:07 pm tarafından reddragon35

» sultan papağanları
Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptyPaz Ekim 09, 2011 7:33 pm tarafından reddragon35

» forum türkiye
Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptyCuma Eyl. 02, 2011 4:52 pm tarafından reddragon35

» Web Tasarım
Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptyPtsi Ağus. 29, 2011 12:39 pm tarafından reddragon35

Haber Köşesi
Habertürk
MalıKöY Forum Haber
Reklam Alanı
Tavsiye Siteler
Traffic Rank

 

 ******'ün vasiyeti ve ölümü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 1136 Başarı Sistemi : 2 Kayıt tarihi : 19/02/10 Yaş : 36 Nerden : Ankara

Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü Empty
MesajKonu: ******'ün vasiyeti ve ölümü   Atatürk'ün vasiyeti ve ölümü EmptyC.tesi Şub. 20, 2010 11:51 am

Vasiyet Yazmaya Karar Vermesi

******'ün vasiyetnamesini nasıl düzenlendiğini, Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreteri Hasan Rıza Soyak şöyle anlatmıştı; "1938 senesi sonbaharı,
Dolmabahçe Sarayı'ndayız. Bir sabah ******'ün yatak odasına girdim.
Büyük adam, yatağında başı biraz yüksekte arka üstü yatıyordu. Salonu
solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi. Çehresi her gün
biraz daha zayıflayıp uzuyor, o gök mavisi gözleri irileşiyordu.
Ben yatağının ayak ucuna doğru, gösterdiği yere oturdum. Her zaman ki suallerini tekrarladı: "Ne haber?"
O günlerde Avrupa'da siyasi hava çok bozulmuştu. ****** umumi
endişelere ve bir takım tehlikeli belirtilere rağmen, Almanların henüz,
İtalyanların ise hiç hazırlanmamış olduklarını ileri sürerek müsterih
bulunuyor. O sene harp olmayacağını, ihtilafların behemahal bir pamuk
ipliğine bağlanacağını, harbi ancak 1939 senesinde veya ondan sonraki
senelerde beklemek lazım geldiğini söylüyorlardı.
Son yirmi dört saat zarfında günlük meselelere dair gelen haberleri
hülasa ettim. Görüşünü teyid eder mahiyette olan bu haberleri alaka ile
dinliyor, ara sıra bazı şeyler soruyor ve kısa cümlelerle mütalaalar
beyan ediyordu. Böyle olmakla beraber düşünceli ve heyecanlı olduğu
belliydi.
Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar, kati lüzum
olmadıkça kuvvet sarfetmesini yasakladıkları için hareketlerinde yardım
ediyorduk. Elini tuttum, doğruldu, yatağının içinde bağdaş kurdu.
Birkaç dakika denize ve karşı sahile baktı. Belliydi ki heyecanını
yenmeye çalışıyordu. Gözlerini bana çevirdiği zaman, uzun kirpiklerinin
ıslandığını farkettim. Bütün hastalığı boyunca yanımda gösterdiği
yegane zaaf (eğer bu ulvi sükunete zaaf demek uygunsa) buydu. Sonra
önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı.
"Bu yolda konuşmak benim içinde, senin için de, ağır bir şey ama başka
çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir
işimizden bahsederdik. Hatta bunun içinde kanun çıkarılmıştı: Şu
vasiyetname meselesi. Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir
gün karnımdan su alınacaktır. Ne olur ne olmaz. Bağırsaklardan biri
delinebilir, başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalı."


ATATÜRK'ÜN VASİYETİNİ NOTERE VERİŞİ

"******, 6 Ekim 1938 'de Noter'in getirilmesini istemişti. Noter
İsmail Kunter Bey, Prof. Neşet Ömer Bey ve ben, yatak odasının
altındaki bir odada huzuruna girebilme emrini bekliyorduk. Bu daveti
alınca hep beraber üst kata çıktık ve yatak odalarına girdik. Vaziyeti
şöyleydi; yataktan çıkmış, ipek bir pijama ve yine kırmızı ipek bir rob
döşambr giymiş, boynuna koyu vişne renginde ipek bir eşarp bağlamıştı.
Denize bakan pencerelerin önüne koydurduğu bir şezlongun üzerine
oturmuş sigara içiyordu.
Bizi görünce hafifçe kımıldandı: "Buyrunuz.." dedi.
Tam karşısına koydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi.
Hatırımda kaldığına göre Noter İsmail Kunter Bey ile, yeni çıkmış olan
Noter Kanunu ve İstanbul'daki noterler üzerine görüştü. Getirilen
kahvelerin içilmesini bekledi. Sonra önündeki sigara masasının koyduğu
kapalı zarfı aldı:
" Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman muamelesini yaparsınız..." diyerek zarfı notere verdi.


Vasiyetin Tam Metni

Malik olduğum bütün nutuk ve hisse senetleriyle Çankaya'daki menkul ve
gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi'ne atideki şartlara, terk
ve vasiyet ediyorum: 1. Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş
Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2. Her seneki gibi nemadan, nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça,
yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e
600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira
verilecektir.
3. Sabiha Gökçen'e bir ev de alınabilecek, ayrıca para verilecektir.
4. Makbule'nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5. İsmet İnönü'nün Çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
6. Her sene nemedan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.
K.******


İlk Muayene

****** 1937 yılının ilk aylarından bu yana çeşitli rahatsızlıklar
duymaya başlamıştı. Burnu kanıyor, vücudu kaşınıyor ve kabarıyordu.
Yüzü solmuş, sinir dengesi bozulmuştu. Kendini iştahsız ve halsiz
hissediyordu. Hasta olan arkadaşlarına kızan, doktor muayenesini
sevmeyen ******, fırsat buldukça çok güvendiği Neşet Ömer Bey
(İrdelp)'e kendini muayene ettirmeye ve sağlık durumu hakkında bilgi
almaya başlamıştı. Ancak ilk muayene sonunda, kalbinde, karaciğerinde,
böbreğinde bir şey bulunamamıştı. Buna rağmen ******'ün renginde ve
yüzündeki çizgilerde bariz değişiklikler başlamıştı.


İlk Teşhis

Doktorlar ******'e kaplıca tavsiye etmişlerdi. ****** kür tedavisi
için ani bir kararla Yalova'ya gitmeye karar verdi. Prof. Dr. Nihat
Reşat Belger anlatıyor;
"1937 senesinde, Yalova kaplıcalarının hekimiydim. O sıralarda, ******
de birkaç aydan beri Yalova'da istirahat buyuruyordu. Bir gün beni
çağırttı. Bir müddetten beri kaşıntıdan şikayetçi olduğunu söyledi."
Müsaade ederseniz sizi önce bir muayene edeyim."dedim ve ettim.
Muayenemde, bilhassa bacaklarında kaşıntıdan mütevellit tırnak izleri
müşahade ettim. Palpasyonda (elle muayenede) karaciğerin, kosta
(kaburga kemiği) kenarını üç parmak kadar geçmiş olduğunu ve
sertleştiğini tespit ettim. Muayene sırasında hiç konuşmadık. Kendisine
muayenenin bittiğini bildirdiğim zaman, ****** kaşıntının sebebinin ne
olduğunu sordu.
"Efendim, bu kaşıntı kanaatimce yemekle, daha doğrusu içmekle ilgilidir." dedim.
****** önce inanmak istemedi. Beni imtihan etmek istercesine, "Buna kati olarak emin misiniz?" dedi.
"Evet efendim karaciğeriniz normale nazaran büyük ve sert . Kaşıntının sebebi budur."dedim.
Prof Dr. Nihat Reşat Belger'den sonra, ******'ü İstanbul'dan gelen
Prof. Dr. Neşet Ömer'de muayene etti. İki doktorun müşterek teşhisi
aynı idi. ******, Yalova'da rejime alındı. Tedaviden bir süre sonra
iyileşme sezilmeye başlamıştı. Fakat ****** Bursa'ya oradan Mudanya'ya
geçti. Mudanya'dan Ege Vapuru ile İstanbul'a hareket etti. ******
Şubat ayı başında Dolmabahçe Saray'ında idi. Park Oteldeki davetten geç
saat saraya dönen ******, ertesi gün şiddetli öksürük ve göğüs ağrısı
ile uyandı. Prof. Dr. Nihat Reşat Belger, Dolmabahçe sarayındaki
muayenesinde ******'e zatürre teşhisi koydu.


Doktorları

****** kendisine yabancı doktor getirilmesini ısrarlı ricalardan sonra
kabul etmiş, bu arada sağlığını devamlı kontrol altında tutabilmek için
ülkenin tanınmış hekimlerinden iki ekip oluşturulmuştu. Sürekli ve
danışman doktorlar.
Prof. Dr. Neşet Ömer İRDELP
Prof. Dr. Nihat Reşat BELGER
Opr. Dr. Mim Kemal ÖKE
Prof. Dr. Mustafa Hayrullah DİKER
Prof. Dr. Akil Muhtar ÖZDEN
Prof. Dr. Süreyya Hidayet SERTER
Dr. Asım ARAR
Prof. Dr. Abravaya MARMARALI
Dr. Mehmet Kamil BERK


Ben Hastayım Çocuk

Zatürre'den kurtulur kurtulmaz ******, İsmet İnönü ile birlikte 27 Şubat 1938'de Ankara'ya geldi. Celal Bayar Anlatıyor:
"Balkan Antantının Ankara toplantısı günleri idi. Yugoslav Başbakanı Dr. Stoyadiniçle görüşüyordum. Şükrü Kaya yaklaştı :
"Sağlık Bakanlığı müsteşarı Dr. Asım derhal görüşmek istiyor."dedi.
Mevzuun, ******'ün sağlığı ile ilgili olduğunu hemen anladım. Çünkü
meslek ve şahsiyetine güvendiğim Dr. Asım Arar hükümet namına, Ata'nın
müdavi tabipleriyle daima temasta idi. Bana endişelerini açıkladı:
"Burnundan kan geldiğini söylediler. Bu hastalığın yeni merhalesidir.
Dışardan mütehassıs getirilmesi tavsiyemi tekraren arzediyorum." dedi.
******'ün gerek görmediği tavsiyeyi bu sefer ısrarla rica ve kabul
ettirmek kararıyla Çankaya'ya gittim. Beni beklemiyordu. Arzumu
sükunetle dinledikten sonra:
"Ortada Hatay meselesi var. Hastalığımın dışarıda duyulmasını istemem.
Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten tıp kongresi var. Bizim doktorlar
konsültasyon yapsınlar." cevabını verdi.
Doktorlar geldiler. Muayeneden sonra alkol ve sigara almaması, mutlak
dinlenmesi gibi şart, fakat bir anda hepsinin birden yerine getirilmesi
güç tavsiyelerini tekrar ettiler.
****** hekimlerin ortak kararını dinledikten sonra :
"Zannederim haklıdırlar" dedi.
Ben sağlığının ülke için asıl şart olduğunu ve bu temel mevzuun yanında
Hatay üzerinde menfi tesir yapma dahil, hiçbir ihtimalin
düşünülmeyeceğini ısrarla tekrarladım. Derin teessürümü mümkün
olduğunca saklama gayretime rağmen, benliğime hakim acının elbette ki
farkında idi. Yavaş bir ses tonu ile:
"ÇOCUK..NE YAPACAKSAN YAP, BEN HASTAYIM" dedi.
Her şeyini, memleketi için hizmet saydığı emeklerine cömertçe feda etmiş ******, ilk defa hastayım diyordu.


Kumandan Benim

******, Celal Bayar'ın ısrarı üzerine Fransız doktor Fissenger'in
getirilmesini kabul etmişti ve 28 Mart 1938 günü Fissenger Ankara'ya
geldi. Fransız Prof.Dr.Fissenger, ******'ü muayene etti, başta Prof.
Neşet Ömer ve diğer doktorlardan bilgiler aldıktan sonra ******'e;
"Ben sizi iyi edeceğim. Fakat benden evvel siz kendi kendinizi iyi
edeceksiniz; Şüphesiz ki siz, büyük bir kumandansınız. Büyük zaferlerin
sahibisiniz. Fakat bu işin kumandanı benim. Bana yardım edeceksiniz."
Üslubu ve mantık ******'ün hoşuna gitmişti.
"Peki dedi, kabul."
******'ün olumlu yaklaşımı üzerine Prof. Fissenger, ******'ün günlük
hayatını, bir tablo halinde çizdi. Ağzına tek damla alkol almayacak,
şezlonga uzanarak istirahat edecekti. Yemesi içmesi, düzenlenmiş
listeye göre olacaktı. Prof. Dr. Fissenger Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliğine ******'ün sağlığı ile ilgili bir rapor sundu. Bu
raporda ******'ün ciddi bir rahatsızlığı olmadığı, bir buçuk aylık bir
istirahata ihtiyacı olduğu belirtiliyordu.


Güney Gezisi

O günlerde Hatay Sorunu had safhadaydı. Kendisini iyi hissettiğini
söyleyen ******, Hatay meselesini istediği şekilde sonuçlandırmak için
önce Mersin'e oradan Adana'ya sınıra kadar uzanmaya karar verdi.
Doktorları önce bu isteğe şiddetle karşı çıktıysalar da, muayeneden
sonra "gidebilir" dediler. ******, Hatay konusundaki kararlılığını,
Mersin'e hareketinden iki gün önce Celal Bayar'a şöyle bildirmişti.:
"Benim, kırk asırlık Türk yurdu, Hatay esir kalamaz dediğimi unutmuş
olanlar olabilir. Ama ben unutmadım, unutamam, sen de unutamazsın."
20 Mayıs 1938'de Mersin'e doğru yola çıktı. Mersin'den Tarsus'a oradan
Adana'ya geçti. Hatay konusunun en kritik döneminde, sağlığı üzerindeki
olumsuz düşüncelerin neticeyi etkileyeceği düşüncesiyle, sınıra kadar
otomobiliyle giderek askeri birlikleri denetledi, resmi geçitlerde
sürekli ayakta bekledi. Sağlıklı olduğunu hissettirmek için her şeyi
denedi.
24 Mayıs 1938'de Adana'dan ayrıldı.


Savarona

****** yurt gezisinden geldikten sonra çok yorulmuştu karnındaki
şişlikte giderek artıyordu. Florya'dan Dolmabahçe'ye dönerken küçük bir
de kriz atlatmıştı. 31 Mayıs 1938'de ******'ün sabırsızlıkla beklediği
Savarona Yatı gelmiş Dolmabahçe önünde demirlemişti. 1 Haziran 1938'de
******, Savarona'ya geçti.
İtina ile giyinmiş olan ****** önce her yeri gezdi, ayrıntılarla
meşgul oldu bu da onu yordu. Deniz havasının kendisine iyi geleceğini
hissediyor ve orda şifa bulacağını düşünüyordu.
Ama Savarona'daki tedaviden de müspet sonuç alınamamıştı. Bedeni
sürekli güç kaybediyor, karnındaki şişlik giderek artıyordu. Dr.
Fissenger tekrar davet edildi. 25 Temmuz akşamı ****** fenalaşmıştı.
****** yatı terkederek saraya çıkmayı düşündü. Saraydaki odalarının
daha serin olabileceğini ve orada daha rahat edebileceğini düşünüyordu.


Karnından Su Alınması

Profesör Fissenger 4. kez İstanbul'a gelmişti. Fissenger saraya gelir
gelmez ******'ü baştan aşağıya tekrar muayene etti. ****** artık
ıstıraba dayanamıyor; karnında toplanan suyun verdiği sıkıntıdan
kurtulabilmek için bir an evvel alınmasını istiyordu. Hastalık artık
iyice ilerlemiş son ve en tehlikeli dönemine girmişti. Birinci
ponksiyon 7 Eylül 1938'de Profesör Fissenger ve Profesör Neşet Ömer
İrdelp nezaretinde, Operatör Mim Kemal Öke tarafından yapıldı. Kılıç
Ali Anlatıyor:
"Ponksiyondan sonra derhal odalarına girdim. Gördüğüm manzara şuydu.
****** adeta birdenbire zayıflamış, çok zayıflamıştı. İki kolunu
başının altına alarak arka üstü yatıyorlardı. Karnını büyük bir sargı
ile sarmışlardı. Odadan içeriye girer girmez yanlarına koştum.
" Geçmiş olsun paşam!" diyerek başının altına aldığı kollarının
pazusunu öptüm. Bana doktorların duyamayacağı kadar yavaş bir sesle ;
"Çıkan suyu gördün mü? Bu kadar bir su kabı insanın karnının üstüne
konsa nasıl tahammül eder ? Bak ben ne haldeyim, nasıl tahammül etmişim
?"
"Geçmiş olsun Paşam, bunların hepsi geçecek." dedim ve gözyaşlarımı
kendilerine göstermeden ve teessürümü hissettirmemek için bir fırsat
bularak doktorların arkasından sıyrılıp hemen odadan dışarı çıktım."
******'ün artık tam bir istirahate ihtiyacı vardı. Fazla konuşmaması
ve yanlarında konuşulup kendilerinin yorulmaması lazımdı. Bu konuya
doktorları büyük önem veriyorlardı.


İlk Koma

Profesör Fissenger'in fikrinin alınmasından sonra, doktorlar ikinci
ponksiyon'un gününü tespit için toplandılar. Operatör Doktor Mim Kemal
Öke, 21 Eylül günü ******'ün karnında biriken suyu tekrar aldı. 26-27
Eylül günü ****** ilk kez komaya girdi. Komayı atlatan ******
Ankara'ya gitmek istiyordu. Ancak doktorlar ******'ün Ankara'ya
gitmesine izin vermiyorlardı. ****** isyan edercesine "Ankara'ya
gidelim. Ne olacaksam orada olayım " diyor, doktorların izin
vermemelerinin sebepleri açıklanınca hiddetleniyordu. ****** "Beni bir
an evvel Ankara'ya götürün yapılacak mühim işler var", demiş, ne yazık
ki yapacakları, düşündükleri ne ise yapamamıştı.
Yapılan tüm tedavilere rağmen ****** günden güne kötüleşiyor, karın
bölgesinde su toplanmaya devam ediyordu. Viyana'dan Eppinger,
Almanya'dan Bergmann adında iki profesör gelmişti. Bunların koydukları
teşhis ve tedavi aynı idi "siroz". ****** 16 Ekim 1938'de ağır bir
komaya daha girdi ve 20 Ekim gününe kadar komada kaldı.


Son Saatler

Tüm tedavilere rağmen günden güne eriyen ******, 8 Kasım 1938 günü
şiddetli bir rahatsızlık daha geçirdi. Saat altı buçuk gibi gelen bu
rahatsızlıkta ******'ün midesi bulanmış ve kusmaya çalışmıştı. Sürekli
istifra etmeye çalışan ******, bu sırada Hasan Rıza Beye (Soyak)
bakarak "Saat kaç?" diye birkaç kez sormuş, Hasan Rıza Bey her
soruşunda "Saat 7 efendimiz" diyerek cevap vermişti. Bu sırada
kendisine haber verilen Neşet Ömer Bey de gelmişti. Abravaya ile
******'e gereken tedavileri yapıyorlar ve bazı önlemler alıyorlardı.
Neşet Ömer Bey bir ara "Dilinizi göreyim efendim." diye seslendi.
****** dilini yarıya kadar dışarı çıkardı. Neşet Ömer Bey "Biraz daha
uzatınız efendim." diye seslenince, ******, Neşet Ömer Bey'e bakarak ;
- "Vealeykümüsselam" diyerek gözlerini kapattı. ****** son kez komaya
girmişti. 9-10 Kasım gecesini rahatsız geçiren ****** artık derin bir
uykuda gibi yatıyor ve ölümü bekliyordu. 10 Kasım 1938 günü saat 8 gibi
bir ara gırtlağından Hı Hı Hı sesleri çıkarmıştı. Saat dokuzu beş geçe
gözlerini son kez açarak, etrafına baktı ve hemen kapattı. Büyük Önder
****** ölmüştü.


Bazı Sonlar

Anlamlı son sözü, "Saat kaç" olmuştu.
Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp'e, son söz olarak "Vealeykümüsselam " dedi.
Koma içinde manası anlaşılamayan ve devamlı olarak tekrarladığı söz "aman dil...aman dil..."di.
Son aldığı gıda, 8 Kasım 1938 Salı günü, saat 18.35'de dört kaşık elma suyu oldu.
Son yemek istediği sebze, enginardı.
Son verilen ilaç, ölüm halinden kırk dakika önce, saat 8.25'de, 1/8 aubaine'di.
Hekimler ölüm raporunu imzalarken, son olarak elini öpen ve gözlerini kapayan Prof. Dr. Mim Kemal Öke idi.


Ölüm İlanı

******'ün ebediyete intikal edişi Türk Halkına şöyle duyuruluyordu; Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin resmi tebliğidir:
"Müdavi ve müşavir tabiplerin neşredilen SON raporu, ******'ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.
Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti ulu
şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize, içimiz yanarak,
bu tarife sığmayan ziya'dan dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.
Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak O'nun büyük eserine
bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her
şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan, onun büyük eseri,
Cumhuriyet Türkiye'sidir. Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim
anda, bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan
nizam ve idame hususunu, büyük Türk milletinin hükümetiyle tek vücut
olarak teyit ve temin edeceğine şüphe yoktur.
Teşkilat-ı Esasiye Kanununun 33. maddesi mucibince Büyük Millet Meclisi
derhal yeni reisicumhuru intihap edecektir. Türkiye'nin en büyük
makamına, Teşkilat-ı Esasiye Kanununa göre geçecek zatın etrafında
hükümetiyle, şanlı ordusuyla ve bütün kuvvetleriyle Türk Milleti
sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve yükselmesine devam edecektir.

Bugün ayrılığına ağladığımız büyük şefimiz ******, her vakit Türk
Milletine güvendi. Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da
istikmal ederek güvenle büyük milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti
onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği onun kıymetli
vediası olan Türkiye Cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde
yürüyecektir.
Kemal ******, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır."


Cenaze Namazı

Son vazifeler yerine getirilirken, dini şart ve örfler itina ve
hassasiyetle yerine getirilmiştir. Cenaze namazının bir camide kılınıp
kılınmama yolunda dinen ne gerektiği konusunda, Makbule Atadan
Hanımefendi Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a
danıştı, İlahiyat Fakültesi kelam ilmi ve İslam Felsefesi ordinaryüs
Profesörlerinden Mehmed Şerafettin Yaltkaya'nın fikri alındı. Din
alimi, cenaze namazlarının muhakkak camilerde kılınması yolunda kesin
bir kayıt olmadığını bildirmiş ve daha çok makam, kıdem ve selahiyeti
olarak, bir de Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görüşlerinin alınmasını
tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanı Mehmed Rıfat
Börekçi'nin fikri sorulmuştur. Milli Mücadelenin meşruiyetine dair
Anadolu Uleması fetvasına, ilk imza koyan din adamı, "O'nun cenaze
namazı, tertemiz hale getirdiği bütün vatanda, bu farizanın yerine
getirilebildiği her yerde kılınabilir" fetvasını vermiştir.
******'ün cenaze namazını, Diyanet İşleri Başkanlığı yapan, Ord. Prof. Mehmet Şerafettin Yaltkaya kıldırmıştır.


Etnoğrafya Defni

Cumhuriyetimizin kurucusu ******, 10 Kasım 1938'de sabah saat 09.05'de
Dolmabahçe Sarayı'nda ebedi uykusuna daldı. Vefatı bütün yurdu mateme
boğarken, dünyada da büyük üzüntü uyandırdı. Aziz naaşı, 19 Kasım
1938'e kadar Dolmabahçe Sarayı'nda katafalkta kaldı. 19 Kasım günü
naaşı top arabası ile Sarayburnu'na, oradan "Zafer" torpidosu ile
"Yavuz" zırhlısına nakledildi. Bu arada, bütün dünyada bağımsızlık
savaşı ve barışın sembolü olan bu büyük insanın cenaze töreni için
İstanbul'a gelen Rus, Fransız, Yunan ve Romen savaş gemileri, onu 21
pare top atışı ile son yolculuğunda selamladılar. Naaş, "Yavuz"
zırhlısı ile İzmit'e, oradan da trenle 20 Kasım 1938'de Ankara'ya
getirildi. TBMM'nde hazırlanan katafalkta bir gün kalan naaş, buradan
alınarak 21 Kasım 1938'de Etnoğrafya Müzesi'ndeki katafalka konarak
halkın daha uzun süreli ziyaretine imkan sağlandı. 31 Mart 1939'da
katafalktan alınan aziz naaş, bir müzede mermerden hazırlanan geçiçi
kabre kondu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://malikoy.yetkin-forum.com
 
******'ün vasiyeti ve ölümü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ******ün siyaset alanında yaptığı yenilikler nelerdir?
» Dünyanın en ilginç ölümü....
» Bozkurtların Ölümü Nihal ATSIZ - tek link e-book indir
» Ortalık Karıştı / Gazeteci Kerem Altan'ın evinde hayatını kaybeden astım hastası Defne Joy Foster'ın ölümü şüpheli bulunmuştu

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MaLıKöY :: ****** ve Türkiye-
Buraya geçin: